dünyanın aydınlık olan bölümünde yaşanan an

Salgın Hastalıkların Tarihi. Tarihteki önemli salgınları sizin için özetledik. Bu sesli yayına Bilim Genç Spotify , Google Podcasts , Apple Podcasts ve YouTube kanalları üzerinden de ulaşabilirsiniz. Yeni tip koronavirüsün sebep olduğu salgın ortaya çıktığından beri etkilerini daha iyi anlamak, karşılaştırma yapmak ve my lecturer my husband season 2 full movie indoxxi. Geçtiğimiz haftalarda Kalamış’tan Bostancı’ya kadar uzanan sahil şeridini boydan boya kaplayan deniz salyasıyla karşılaştığım ilk günü herhalde hayatım boyunca hiç unutamayacağım. Kuşkusuz varlığından haberim vardı ama orada olmak, müsilajla fiziksel olarak karşı karşıya gelmek, fotoğraflardan görmeye ya da videodan seyretmeye hiç benzemiyordu. Müsilaj çevresindeki tüm manzarayla birlikte çok daha trajik bir anlam kazanıyordu. Yıl boyunca yaz kış o sahilden denize girenler o gün de mayolarıyla gelmiş, kumsalda güneşlenerek vakit geçirmeye çalışıyor, müsilajı seyrediyorlardı. Öyle ki onları uzaktan gören biri, umutsuzluk içinde denizin temizlenmesini beklediklerini düşünebilirdi. Henüz kafe ve restoranların açılmadığı günlerdi. İnsanlar her zaman olduğu gibi temiz hava almak, spor yapmak, yürümek ve piknik keyfi için sahili doldurmuştu ama denize baktıklarında gördükleri tek şey müsilajın mide bulandırıcı çirkin görüntüsüydü. Gerçekten üzücü ve iç karartıcı bir deneyimdi… Kıyıdaki müsilaj öylesine yoğundu ki hakkında hiçbir şey bilmeyenler bile gelip geçici bir sorun olmadığını anlayabiliyorlardı. Bir yanda Covid-19 pandemisini yaşayan maskeli insanlar, diğer yanda can çekişen bir deniz… Tam bir distopya filmi gibi’ dedim, kendi kendime. Caddebostan sahili... Dünyanın en güzel iç denizlerinden biri olan Marmara’nın kirliliği, çocukluk yıllarımda da çok konuşulurdu. Hafızam beni yanıltmıyorsa, özellikle 1980’lerde, akıntıların temiz tuttuğu Boğaz dışında İstanbul kıyılarında denize girmek büyük cesaret isterdi. Ama sonra kurulan arıtma tesislerinin Marmara’yı kurtardığına inandık ya da inanmak istedik. Yıllar boyunca Kalamış – Bostancı arasında yürürken plajlarda denize girenleri görmek, o kötü günlerin geride kaldığını düşündürürdü hep bana. Ama Marmara Denizi’ni o şekilde görmek bir şeylerin yıllardır yanlış gittiğinin açık bir kanıtıydı. Sonraki günlerde, müsilaj memleketin her zaman çok yoğun ve gergin olan gündemine manşetlerden girdi. Marmara Denizi’nin verdiği alarm sinyali, duyulmayacak, görülmeyecek gibi değildi zaten. Yıllar boyunca dipten dibe gelişen müsilajdan çok daha sinsi ve görülmez çevre sorunları olduğunu unutmamak gerek. Sözgelimi, Covid-19 bazı bilim insanlarına göre sinsi bir çevre sorunu aslında. Hayvanların sağlığına sahip çıkmadığımız sürece başımıza çok daha fazla virüsün bela olacağını söyleyen uzmanlar var. Kuşkusuz, müsilaja acil bir çözüm bulmanın mümkün olmadığını biliyorum ama bilimin Marmara’yı er ya da geç kurtaracağına inanıyorum. Çünkü bilimi rehber olarak kabul ettiğimiz sürece çevre sorunlarının çoğundan kurtulmamız olası. Ama bilimin rehberliğini kabul etmek başta Batı ülkeleri olmak üzere sanıldığı gibi öyle çok kolay değil. İşte tam da bu nedenle bu yazıda herkesin seyretmesi gereken iki belgeselden söz etmek istiyorum. İlki 5 Haziran Dünya Çevre Günü nedeniyle Netflix’te yayınlanan 2021 tarihli Gezegenimizin Kritik Eşikleri’ Breaking Boundaries Science of Our Planet… Anlatıcılığını David Attenborough’nun yaptığı belgeselde bilim insanları, önlem alınmadığı sürece gezegenimizin son 10 bin yılındaki halosen dönemi’nde kurduğumuz uygarlığın ne kadar büyük bir tehdit altında olduğunu tane tane, somut örneklerle, son derece açıklayıcı bir dille anlatıyorlar. Küresel felaketin ciddiyetini insanlara net şekilde anlatan Johan Rockström, belgeselin bir yerinde göktaşı metaforunu kullanıyor Şu an dünyaya bir göktaşının yaklaştığını öğrensek bütün insanlık onu durdurmak için bir araya gelir’ dedikten sonra göktaşı benzeri bir felaketin çoktandır yaklaştığını ama insanların onu durdurmak için henüz bir araya gelip harekete geçmediğinin altını çiziyor. Yağmur ormanlarının azalması, okyanuslardaki asitlenme, tarımda gübre olarak kullanılan azot ve fosforun yarattığı kirlilik gibi konularda kritik eşikleri’ çoktan geçtiğimizi gördükçe moralimiz daha da bozuluyor. Hatta belgeselin uzun süre bir korku gerilim filmi gibi geliştiği kesin. Felaket filmi senaryosu yazmak ve distopya öyküleri hayal etmek isteyenler için gerçekten çok malzeme var. Ama asıl niyet kuşkusuz korkutmak değil, uyarmak. Belgeselin son bölümünde, bilim insanlarının tüm sorunlar için çözüm yollarını çoktan bulmuş olduğunu ama dünya liderlerinin hâlâ harekete geçmediklerini anlıyoruz. Sözgelimi, sadece fosil yakıtların kullanımının düşürülmesiyle çok büyük adım atılacağı çoktandır bilinen bir gerçek ama bu konuda tüm önlemler nerdeyse kaplumbağa hızıyla alınıyor. Çünkü dünyadaki birçok lider ekonomik büyüme peşinde ve hiçbir elini taşın altına sokmak istemiyor. İşte bu yüzden, Attenborough ve Rockström sorunun artık BM Güvenlik Konseyi tarafından ele alınmasından yanalar. Acil önlemler alınıp 2030’a kadar sıkı şekilde uygulanmazsa yaklaşan çevre felaketini kontrol etme ve durdurma şansımızın kalmayacağını açık açık söylüyorlar. Yine de çok umutlu bitiriyorlar filmi. Jon Clay’in yönettiği belgesel, film estetiği açıdan açıkçası iddiasız. Ama seyirciyi duygusal ve düşünsel olarak yakalayarak hedefine ulaştığını düşünüyorum. Avustralyalı sinemacı Damon Gameau’nun yönettiği, BeinConnect’te seyredebileceğiniz 2019 yapımı 2040’ ise film dili açısından daha iddialı ve özgün nitelikler taşıyan bir belgesel. Gezegenimizin Kritik Eşikleri’nin son bölümünde ortaya koyulan çözümler, 2040’da en başından itibaren tek tek ele alınıyor. Hatta bilim insanlarının önerileri hayata geçirilirse, tüm insanlığı bekleyen aydınlık gelecekten ütopik imgeler bile sunuluyor. Kızı Velvet’in geleceği için belgeseli çeken Gameau içinde olmak isteyeceğimiz, bizi yaşama sevinciyle dolduran umut dolu bir 2040 manzarası çiziyor. Gerçek olması için yapmamız gerekenleri ise tek tek anlatıyor. Brian Von Herzen gibi bilim insanlarının deniz yosunlarıyla yaptıklarını gördükçe inancınız ve umudunuz artıyor. Kaldı ki, Gameau’nun insanların içini karartan, morallerini bozan bir çevre filmi yapmak istemediği en başından belli… Naif bir çocuk dünyası kurmak istediği için belgeselin bazı sahnelerinde oyuncak maket’lerden yararlanıyor. Sanki bir çocuğun oyun odasındaymışız gibi tasarlıyor sahneleri… Bazen de bilim insanlarını konuşan minik oyuncaklar gibi gerçek dünyanın içinde bir yere, mesela bir rüzgâr türbininin üstünde görüntülüyor. Film boyunca dünyanın farklı ülkelerindeki çocuklarla röportaj yapan Gameau’nun derdi, bu dünyayı çocuklarımıza bırakacak olduğumuzun altını çizmek. İki belgeseli de seyrederken Marmara Denizi’ndeki müsilajın küresel çevre sorunlarından bağımsız olmadığını daha iyi anlıyorsunuz. Okyanus ısısındaki birkaç derecelik yükselmenin mercan resiflerini nasıl yok ettiğini gördükten sonra değil Marmara; Akdeniz, Ege ve Karadeniz’in aslında ne kadar savunmasız olduğunu düşünmek mümkün. Sadece kıyıları değil, denizi bir bütün olarak koruma mantığı yerleşmedikçe, sorunun Marmara’yı aşacağını tahmin etmek zor değil. Müsilaj belasını keşke çevre sorunlarına daha duyarlı olmak için bir fırsat olarak kullanabilsek. Keşke evde kaynayan tencereyle çevre sorunları arasında hiçbir fark olmadığını görebilsek. Ekonomik refahımıza gösterdiğimiz özeni keşke küresel iklim sorununa da gösterebilsek. Bugün dünyada birçok kişi, bilim insanlarının küresel ısınmaya hâlâ bir çözüm bulamadığını düşünüyor ne yazık ki. Oysa bu iki belgeseli seyredince çözümlerin çoktan bulunduğunu ama uygulanmadıklarını görüyorsunuz. Peki ama çözümler bu kadar ortadayken neden ülkeler bir araya gelip acil önlemler almıyor? Gameau, önceki belgesele göre bir adım ileri gidip bu sorunun da yanıtını arıyor ve çevreci bilim insanlarının çabalarına karşı küresel ısınma’yı yok sayan güçlü lobilere dikkatimizi çekiyor. O lobilerin yıllar önce tütünün sağlığa zararlı olmadığını iddia edenlerden hiçbir farkı yok aslında. Söz konusu lobiler alınacak önlemlerle birlikte birçok sektörün çökmesinden, kârların düşmesinden korkuyorlar. Siyasi liderler ise değişim nedeniyle doğacak işsizlikten, ekonomik krizlerin derinleşmesiyle oluşacak sosyal sorunlardan endişe ediyorlar. Oysa 2040’ başta olmak üzere her iki belgeselde, işsizlik dahil tüm bu sosyal sorunlarla nasıl başa çıkılacağına dair çözüm önerileri de yer alıyor. Tam da bu noktada, dünyadaki tüm seçmenlerin çevreyle ilgili alınacak önlemler konusunda daha istekli olması gerektiği açık. Ayrıca belgeselleri seyrederken birey olarak üstümüze düşen başka görevler olduğunu da öğreniyoruz. Başta söylediğim gibi bilim insanlarının müsilaj sorununa çözüm bulacağına, Marmara’yı kurtaracağına inanıyorum. Aynı umudu keşke gezegenin bütünü için de taşıyabilsem. Tek bildiğim, önlem alınmazsa çevre sorunlarının önümüzdeki yıllarda dünyanın bir numaralı sorunu haline geleceği ve çok değil 20 yıl sonra tüm insanlığın bugünleri O yıllarda ne aptalca şeylerle uğraşıyormuşuz’ diye pişmanlıkla hatırlayacağı… Johan Rockström, Gezegenimizin Kritik Eşikleri’nin açılış bölümünde, gece yarısı karanlıkta virajlı bir dağ yolunda ilerleyen otomobil için farlar neyse insanlık için de bilimin o olduğunu söylüyor. Sonuçta, gezegenimiz son derece virajlı bir yolda ilerliyor ve farların ışığına her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Haberler > Dünyanın En Yaşanılabilir 10 Ülkesi - 1540 - 1644 Birleşmiş Milletler Gelişim Programı'nın 2014 yılı raporuyla birlikte, günümüzde dünyanın en yaşanılabilir 10 ülkesi belirlendi. Araştırmada temel alınan üç nokta var 1- Bireylerin uzun ve sağlık bir hayat sürme durumu, 2- Bireylerin kültür seviyesi, 3- Bireylerin yaşam koşulları. Bu araştırmaya göre, Norveç, günümüzde en yaşanılabilir ülke olarak gösterildi. İşte dünyanın en yaşanılabilir 10 ülkesi; Kaynak 10. Danimarka > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir 97,337 TL dünyada 16.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 34.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 10. 9. Singapur > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir TL dünyada 4.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 6.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 39. 8. Kanada > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir TL dünyada 19.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 14.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 25. 7. Yeni Zelanda > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir TL dünyada 30.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 17.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 2. 6. Almanya > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir TL dünyada 14.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 20.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 18. 5. Amerika Birleşik Devletleri > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir TL dünyada 11.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 36.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 13. 4. Hollanda > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir TL dünyada 17.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 18.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 5. 3. İsviçre > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir TL dünyada 9.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 3.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 28. 2. Avustralya > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir TL dünyada 20.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 4.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 1. 1. Norveç > İnsani Gelişme Endeks Puanı Kişi başına düşen gayrisafi milli gelir TL dünyada 6.> Bireyler için öngörülen ortalama yaşam süresi yıl dünyada 13.> Bireyler için öngörülen ortalama eğitim süresi yıl dünyada 6. Fazıl Say tek boş olmayan devasa Volkswagen Arena’daki sahneden çok ilginç bir duyuru ilk ve son kez çalınacak1’er dakikalık 4 sonatından 1’er dakikalık da şef Murat Cem Orhan yönetiminde senfoni orkestramız bunları senfoni olarak tek enstrüman, piyano için kendimi Beethoven’in yerine koydum.“Acaba Beethoven bu sonatları senfoni olarak yazsaydı, notalara nasıl dökerdi?”İşte bunu 1 dakika sonat olarak piyanoda da Murat orkestramızda bunun senfoni haline getirdiğim notalarını dünyada bir Bir daha tekrarı da olmayacak......................Gerçekten tarihi bir olaydı. Salonda bir mutlak “uzay sessizliği...”...................Piyanosuna geçti. İlk sonatı çaldı...Önce sonatlar, sonra onların şef Murat Cem Orhan yönetimindeki orkestradan senfoniye dönüştürülmüş senfonileri...Beethoven’in ünlü “Ay Işığı” ve “Fırtına” sonatları ve diğer iki sonat daha.......................Bütün salon ve balkonlarda herkes ayakta... Muhteşem ve duygu yüklü “çok özel” dakikalara tanık olmak nasıl da büyük bir ayrıcalık. Unutulmayacak bir anı.......................Fazıl Say’ın o gece artık “geleneksel” denebilecek yıl sonu konserinin ortasında bir parantezdi yaşanan 8 bölümde Say’ın “Umut Hope” adlı 4’üncü senfonik eseri çalındı. Bu yapıtın dünya prömiyeri 25 Ağustos 2018’de Dresden Filarmoni Orkestrası tarafından gerçekleştirilmişti.“Savaşların, zorlukların ve terörün olduğu bir kötü dönemden geçerken, dünyanın aydınlık bir zamana varması hissiyatıyla” bölümünde bir yılbaşı gecesi yaşanan “Reina katliamı” da notalara bunlar bitsin ve aydınlığa çıksın istiyoruz. İşte senfoninin adı olan “Umut” bu.....................İkinci bölümde ise “Su water...”“Mavi Su”, “Kara Su” ve “Yeşil Su” olmak üzere 3 bölümden Say şöyle anlatıyorBu eseri zorgünlerimde çok severek kendime tedavi bularak yazdım. Tedavi et, tüm doğallığında tedavi ol. Tek bir şey düşünmeden su ol dedim......................Fazıl Say konserin bitiminde defalarca, defalarca, defalarca sahneye bir alkış Arena’da unutulmayacak bir Alanson Şeffaf Oda’da...2020’ye çok az kaldı. Biz bugünden Şeffaf Oda’da yeni yılı kutluyoruz. Yılbaşının simgesi kokinalar ve simli, yaldızlı mumlar, dekorumuzun yılbaşı özel ayrıntıları...“Yılbaşı özel Şeffaf Oda” konuğum ise usta sanatçı Mazhar da dekorumuzla uyum içerisinde...Mazhar’ın “Yazan Aşık” adlı albümü yeni çıktı. Programa albümün de adını taşıyan çıkış şarkısı “Yazan Aşık”la başlıyoruz“...Ben mısra peşindeHer mevsimle barışıkMısralarım basit manalıBilsinler yazan âşıkBana kızıyorsun...Sonra bir merhamet anidenBeni affediyorsunSeni sevmeme budur nedenAşk vadisindeBatağa düşmüş eşekÇırpındıkça batar da batarBu aşkı nasıl tarif etsek...”Her şarkısı yaşamından derin izler şarkının da söz ve müziği Mazhar Alanson’a ait. Mazhar Alanson anlatıyor“Bu albümün çıkışı çok kolay oldu, MFÖ albümlerinde şarkı sıralaması için bile aylarca tartışıyor ve sonra karara varıyorduk. Üç kişi orta yolu bulmak zaman alıyordu. Bu albümde her şeye tek başıma karar verdim.” ..................Programdan önce şarkı sözlerinin olduğu dosyayı alıyorum. Şeffaf Oda’da tek tek şarkı sözlerini yorumluyoruz.“Her şarkıyı nerede ve nasıl yazdığını” fotoğrafları ise eşi Biricik Suden’in kadrajından.....................Mazhar en sevilen şarkılarından olan Sarı Laleler’i de Şeffaf Oda’da söyleyip, öyküsünü paylaşıyor. “Sarı Laleler”i Biricik’e Hollanda’da yazmış. Para çekmek için dışarıya çıkmış. Bir kafede oturmuş ve biriyle uzun saatler sohbet etmiş. Eve geciktiğini anlayınca çiçek pazarından bir demet sarı lale almış ve Biricik’e getirmiş. Ardından bu ölümsüz şarkı çıkmış. Mazhar eşi Biricik’e olan aşkını ve yaşadığı zorlu süreci de tüm samimiyetiyle Boğaz manzarasında Mazhar Alanson ile keyifli, müzikli pazar sohbeti...Serginin başyapıtı önündeYapıtları sınırların ötesinde yüksek düzeyde değerlendirilen sanatçılarımız arasındaki Ahmet Güneştekin’in “doğum günü” de sıra dışı...Hafta boyu etkinliklerde, sergisinde, dost meclislerinde gibi stüdyosunda ve konutunda, Pilevneli Sanat Galerisi’nde, arkadaşlarının ikisi...Elif Dürüst’ün Anadolu yakasındaki evindeki davet müzikli ve dostları bir aradaydı. *En büyük ve kutlama serisinin son pastasını da kesti......................"Doğum günü" anons edilmeden bir de yemek daveti yıl aradan sonra Güneştekin’in ilk büyük sergisinin düzenlendiği Pilevneli Galeri’de “az sayıda konuklu” bir Başkanı Ekrem İmamoğlu, daha önce açılışına geldiği ama o kalabalıkta bir sosyal etkinlik gibi kalan sergi ziyaretinden sonra, bu kez eşi Dilek İmamoğlu ve danışmanı meslektaşımız Şükrü Küçükşahin ile ortamda her yapıt için ayrı ayrı Güneştekin’den bilgi alarak sergiyi da serginin başyapıtı önünde kurulan masada birkaç gazeteci ve eşleriyle “sanat” çok da değerli sanatçı dost Zülfü Livaneli’nin kulakları çınladı....................Ahmet Güneştekin’e böyle sanat yapıtları üreteceği, mutlu ve başarılı çok yıllar dileğiyle...* Son anda çıkan bir zorunluk sebebiyle, ne yazık ki katılamadım. Edebi eserler, yaratıldıkları döneme aralanan birer kapıdır. Sanatçı, içinde yaşadığı çağın toplumsal, askeri, ekonomik, kültürel şartlarının şekillendirdiği kişiliğini edebi eserler aracılığıyla dışa vurur. İşte bu dışavurumun, herhangi bir dönemin sanatçıları için ortak bir anlayış haline gelmesi edebi akımları ortaya çıkarır. Farklı akımların ortaya çıkmasında ise edebiyat tarihi ve edebi eleştirinin işbirliği yadsınamaz. 20. yüzyılda Batı edebiyatını etkisi altına alan sürrealizmgerçek üstücülük de ortaya çıktığı dönemin şartlarından beslenmiştir. Akımın öncüsü kabul edilen Andre Breton, gerçeküstücülüğün kuramsal temellerini oluştururken çalışmalar yürüttüğü psikiyatri alanındaki uygulamalardan etkilenmiştir. İnsanın ruhsal anlamda çok katmanlı oluşu ve davranışlarının temelinde yatan nedenlerin ortaya çıkarılmak istenmesi üzerine farklı yöntemler geliştiren psikanalizmden ilham almıştır. Bu nedenle yarı-otobiyografik romanı Nadja,“Kimim ben?” sorusuyla başlar. Felsefeyi epeyce meşgul etmiş olan bu merak, edebiyatta kendini de farklı zeminler üzerinden tartışmaya açmıştır. Andre Breton’un unutulmaz eseri Nadja, bireyin kendi gerçekliğini arayışa çıkması, karanlık taraflarını ortaya koyması gibi gerçeküstücülüğün sürrealizm ilke olarak benimsediği anlayışın kurgusal biçimde ortaya konmuş halidir. İkinci Dünya Savaşı öncesinde yaşanan bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve beraberindeki toplumsal dönüşümle birlikte bireyin yaşadığı manevi buhran, psikoloji biliminde insanın iç dünyasındaki karmaşayı anlamak için farklı anlayışları ortaya çıkarmıştır. Şüphesiz bu alanı psikanalizm çalışmalarıyla ses getiren Sigmund Freud derinden etkilemiştir. İnsanların görünen gerçekliğinin ardında yatan süreçleri açığa çıkarmak için ortaya koyduğu kavramlar ve uyguladığı metotlarla kendi gerçeklerini görmelerini sağlamıştır. Bilinçaltında yer eden, farkında olmadığımız durumları açığa çıkarmak psikanalizm çalışmalarının özünü teşkil eder. Rüya, serbest çağrışım, hipnoz gibi metotlarla kişinin bilinçaltını açığa çıkarabilmek denenmiştir. Yazar bunu romanda “Önemli olan bu dünyada kendimde yavaş yavaş keşfettiğim özel yeteneklerin, beni hiçbir şekilde bana özgü ama bana verilmemiş olan daha genel bir yetenek arayışından saptırmamasıdır. Kendimde bildiğim her türlü haz ve hevesin, hissettiğim her türlü yakınlık ve duygudaşlığın, etkilendiğim her türlü cazibenin ötesinde başıma gelen ve yalnız benim başıma gelen tüm olayların, yaptığım gördüğüm bir sürü hareketin yalnız benim hissettiğim heyecanların ötesinde diğer insanlara kıyasla farklılaşmamın neden ibaret, o olmazsa neye bağlı olduğunu öğrenmeye anlamaya çalışıyorum.” s10 şeklinde ifade eder. “Aslında psikanaliz değer verdiğim, insanı kendisinden sürgün etmeyi hedeflediğini düşündüğüm ve kendisinden mahkeme kâtibi marifetlerinden daha başka marifetler beklediğim bir yöntemdir.” s19 diyerek psikanalizme dair beklentisini de dile getirir. Kitap, psikanalizmin etkisinden dolayı akış itibarıyla karmaşık bir kurguya sahiptir. Olay örgüsünün varlığından söz etmek pek mümkün değildir. Mekân olarak seçilen Paris sokakları kahraman için arayışın temsilidir. Sokaklar boyunca karşılaştığı her mimari yapı, dükkân, insan kahramanın zihninde başka bağlantıları açığa çıkaran ve arayışını sonuçlandırmasınayardımcı olabilecek birer unsurdur. Nereye çıkacağı bilinmeyen bir labirentin içinde dönüp durmaya benzer, her gün aynı sokakları adımlaması. Sokaklar aynı olsa da çağrıştırdıkları farklıdır. AndreBreton, sanat dünyasından farklı isimlerle tanışıklığına da kurguda yer verir. Bu durum romanı biyografik kılar. Üç bölümden oluşan romanın bu ilk bölümünde kendinden yola çıkarak kurguladığı Andre’nin sorgulamaları, Paris’teki çevresi ve sanata dair düşünceleriyle iç içe verilir. İkinci bölümde yine sokaklarda insanları gözlemlediği ve nereye gideceğine dair fikrinin olmadığı bir yürüyüşe çıkar. O esnada Nadja’yla karşılaşır. Nadja hayalini kurduğu kadına benzemektedir. Umut anlamına gelen Nadja ismini seçtiğini vurgular yazar. Ve kadın geçmişini, hikâyesini anlatır. Andre, Nadja’yla insanlara, hayata, idealizme dair eleştirilerini ifade eder. Nadja’yla karşılaşma sonrası ayrılırken Andre “Kimsiniz?” sorusunu yöneltir. Nadja ise “Avare ruhum ben” karşılığını verir. Nadja dışarıdayken hep yan yanadırlar. Eve dönerken takside eşlik ettiği bir sırada Nadja“Bir oyun Bir şey söyle. Gözlerini kapa ve bir şey söyle. Ne olursa olsun, bir sayı, bir ad… Şöylegözlerini kapıyor İki, iki ne? İki kadın. Bu kadınlar nasıl? Siyah giysili. Nerede bulunuyorlar? Bir parkta…” s65 şeklinde bir oyuna dahil eder Andre’yi. Aslında bu oyun psikanalizmde bilinçaltını açığa çıkarmada kullanılan yöntemlerden biridir. Roman ilerledikçe açığa çıkan şeyNadja’nın bir hayal olabileceği fikridir. Andre’yle olan konuşmalarında sarf ettiği cümleler bize Nadja’yı Andre’nin var ettiğini, aslında hayali bir kadın olduğunu düşündürür. “Şimdi de kendisi üzerindeki güç ve iktidarımdan belki inanmak istediğimden daha fazla ona istediğimi düşündürme ve yaptırma yeteneğimden bahsediyor.… Ona öyle geliyormuş ki beni tanımasından çok önce bile benden asla hiçbir sırrını saklamamışmış.”s67 “Nadja’yı birçok kez tekrar gördüm, düşünce alemi benim için daha açık ve aydınlık oldu; anlatış tarzı daha da rahatlık, özgünlük ve derinlik kazandı. Ama aynı zamanda, onun kişiliğinin bir kısmını, en insanca tanımlanmış olan kısmını alıp götüren onulmaz felaket hakkında, ancak o gün bilgi sahibi olduğum o felaket beni ondan yavaş yavaş uzaklaştırmış da olabilir. Sadece en katışıksız sezgiye dayanılarak ve her an bir mucize gösteriyormuş gibi gerçekleşen bu kendini yönlendiriş tarzına hayret etmekle birlikte ondan her ayrılışımda kendi dışında akıp giden … bu hayatın burgaçlarına tekrar yakalandığını hissetmekten dolayı da gittikçe daha çok endişeleniyordum.”s99Nadja’nın Andre’ye söylediği sözler de bu düşünceyi güçlendirir “Benim soluğumun tükenişiyle ki sizinkinin başlangıcıdır.” “İsteseydiniz sizin için sadece bir hiç veya iz olurdum.” s99Nadja’nın bir tımarhaneye kapatıldığını öğrenen Andre, delilik ve akillik arasındaki denge üzerine düşünmeye başlar. Kendi kendine konuşur “Kim var orada? Sen misin Nadja? Öbür dünyanın, tüm öte dünyanın bu hayatta olduğu doğru mu? Seni duyamıyorum. Kim var orada? Yoksa yalnız mıyım? Ben kendim miyim?” s126 Üçüncü bölümde ise kendisi ve okurla konuşur. Varoluşu sorgular. Nadja’nın“Andre? Benim hakkında bir roman yazacaksın. Buna eminim.” s85 dediği gibi Nadja’yı yazdığını belirterek kitapta yetersiz gördüğü kısımları, yer verdiği mekanları ele alır ve kitabına eleştirilerde bulunur romanın kahramanı Andre. Ve sarsıntının öneminden bahseder. Bir gazetedeki haberi kendisi için uygun bir son olarak görür. Bu haber bir uçağın kayboluş haberidir. “Güzellik ya çırpınmalı olacak ya da hiç olmayacaktır” cümlesiyle son bulur roman. Andre Breton, Andre ile kendi dünyasını biraz olsun yansıtmayı başarıyor. Nadja’nın hayali olabileceği, iç ses olabileceği sadece bir ihtimal elbette. Belki de romandaki Andre’nin hayatına girmiş ve kendi gerçeğini arayan bir kadın olarak Andre’yi de arayışa iten, arafta biridir, kim bilir? Gerçeküstücülere göre bilinçaltını sarhoşluk, akli rahatsızlık, ateşli hastalık, madde kullanımı gibi durumlar açığa çıkarabildiğinden Nadja’nın tımarhaneye yatırılması da şaşırtıcı bir son olmaz. Sanatın her alanında iz bırakmayı başarmış gerçeküstücülüğün varoluşsal sorgulamalara değin uzandığı Nadja’da Andre’nin dünyasına dair aktarılanlardaki karmaşa zihnimizdeki gerçek işleyişin ta kendisidir. İç dünyasına kulak veren bir adamın, gelgitler içindeki ruhunu, bilincinin derinliklerinde yatan gerçekleri arayışındaki bocalamaları, esrik hallerini ele alan Breton, gerçeküstücülüğün insanı mantıkla açıklanamayacak karmaşık bir varlık olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. İngiltere'de uzun yıllardır yayınlanan ve bu sezon ITV2'de gösterilen Love Island Aşk Adası programı son bölümünde yaşanan olayla yine gündem ANDA GÜMBÜRTÜ KOPTUSkandalların bitmediği yarışmanın dün akşam yayınlanan bölümünde, Chloe Burrows ve Toby Amolaran'ın ani bir gümbürtü koparması ve hemen akabinde çarşafın altında kıpır kıpır hareket olduğu KIRDILARÇiftin yatağı kırdığı ortaya çıkınca, izleyicilerden tepki gecikmedi. Bir izleyici kanalın zarardan dolayı fatura göndermesi gerektiği konusunda şaka yaptı. Yarışma Programları Cinsellik Magazin Haberler

dünyanın aydınlık olan bölümünde yaşanan an